Toplumumuzda hemen her zaman “tombul çocuk” ailelerin iftihar vesilesi olmuştur. Her ailenin isteği gürbüz, sağlıklı evlatlara sahip olmaktır. Biz Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı doktorlara nedense; mesleğimizin önemli bir kısmını oluşturan sağlam çocuk takip ve muayenesi için pek başvurulmaz ama bunun yanında pek çok aile de nedense bir iştah şurubu veya vitamin ilacının reçeteye ilave edilmesini isterler.
Tombul çocuk tutkusu ya da hadi sağlıklı çocuk istemi diyelim; maalesef çocuğa hızla kilo aldıracak, onu hemen sağlıklı hale getirecek bir ilaç güncel tıp etiğine bağlı kalmak ve çocuğa hiç zarar vermemek koşuluyla bugün için mümkün değildir. Bu gelişmesi akranlarından geri kalmış, sağlıksız görünümlü yavrularımızın tedavi edilemeyeceği, büyüme ve gelişmelerinin normal standartlara ulaşamayacağı anlamına gelmez.
İştahsızlık bir hastalık değildir, ancak pek çok hastalığın seyrinde annelerden çok sıklıkla hatta diyebilirim ki en sık işittiğimiz yakınmadır. Pekiyi; hangi çocuk iştahsızdır? Burada biz hekimler için önemli nokta çocuğun beden ve psiko-sosyal açıdan gelişme durumu, boy, ağırlık, baş çevresi, deri altı yağ dokusunun durumu, bazı laboratuvar testleri ve çocuğun genel sağlığı gibi pek çok parametrenin kombine değerlendirilmesi ile varılan sonuçtur.
Büyüme ve gelişme geriliği tespit edildiğinde bir plan ve program çerçevesinde, aile ve hekim işbirliği içinde tedavi başlanılmalıdır. Burada ailenin, özellikle annenin desteği olmadan hekimin sadece reçete yazarak başarı sağlayabileceğini zannetmiyorum. Kanımca buradaki en belirleyici faktör reçetedeki ilaçlardan çok annenin çocuk beslenmesi konusunda ne bildiği ve bunları nasıl uygulayabildiğidir. Annelerimizin fedakarlığını ve özverisini, evlat sevgilerinin nasıl dorukta olduğunu, onların nasıl sabahladığını, bir lokma daha mama yesin diye neler yaptıklarını en iyi bilenlerden birileri de biz çocuk hekimleriyiz. Hiç kuşkumuz yok ki her anne evladı için canı dahil ondan bir şey esirgesin… Böyle olduğu halde neden bazı yavrularımız normal büyüme ve gelişme eğrilerine (persantil) sahip olamıyorlar da akranlarından geri kalıyorlar… Burada “ yok”luğun, yoksulluğun payı olabileceğini düşünmek dahi istemiyorum. O zaman“soğan ekmek yiyenler maşallah turp gibi” sözü nereden geliyor. Kanımca annelerimizin fedakarlığı, iyi niyeti, özverisi ve cansiperane uğraşları yetmemekte, günümüzde ataerkil çocuk büyütme yöntemleri de işe pek yaramıyor gibi gözükmektedir. İyi niyetlerinden hiçbir şekilde kuşku duymadığımız annelerimiz de ellerinden geleni yapıyor ama yine de bir şeyler de eksiklik ya da hata var sanki! Demek ki iyi niyet de tek başına yeterli olmuyor…
Galiba sonunda her işte olduğu gibi “eğitim” diyeceğiz… Toplumumuzda bu kelimenin antipatik olarak karşılandığını düşünmüşümdür çoğu kez… Hastalarıma vakit yettiğince ve elimden geldiğince eğitim adına bir şeyler söylemeye çalıştığımda sanki “lafı bırak, ilacımızı yaz da gidelim” diye düşünüyorlar mı acaba diye, zaman zaman içimden geçirdiğim olmuştur. Oysa çocuk büyütme ve yetiştirme en zor zanaatlardan biridir ve annelik parayla pulla yapılacak bir meslek değildir ve ne yazık ki günümüzde üstün bir sevgi, samimiyet yanında bilgi-beceri açısından da tam donanımlı olmayı gerektirmektedir.
Çocukların eğitim ve öğrenmesinde anne babanın ne söylediği yanında ne yaptığı da çok önemlidir. Çünkü çocuklar sözlerden olduğu gibi davranışlardan da çok şey öğrenirler. Bu nedenle aile içinde anne babanın tutarlı davranışlarda bulunması önem arz eder.
Komşusunun çocuğu gibi kendi çocuğunun da iştahlı ve tosuncuk olmasını isteyip, çocuğun tabağını tıka basa dolduran ve çocuğundan bunları yemesini isteyen anneler çoğu kez bir sonuç alamadıklarını öğrenmiş olmalıdırlar.
Çocuktaki şahsiyet gelişiminin farkında olmayan bazı acemi anneler, çocukları ile inatlaşıp kendi inatçılığını göz ardı ederek çocuğu için “ ne inatçı çocuk” yakıştırmasında bulunurlar, oysa hepimizin çok iyi bildiği gibi inat tek taraflı olamaz, o halde anne de de
inatçılık var demektir ki ısrar ve inatla bir çocuğa yemek yedirmek mümkün değildir.
Çocuk eğitiminde annenin eğitimi ön planda rol oynamaktadır. Basit bir iştahsızlık konusundan çıkarak bazı ülkelerde zorunlu ilköğretimin neden 11- 12 yıl olduğunu (inşallah ülkemizde de bu yıllara varan eğitimin olacağını göreceğiz) daha iyi anlayabiliyoruz…
Çocuk eğitiminde sıkı bir kuralcılık kadar başıboş bir serbestlik de birer zaaftır. Öyle bir aile –çocuk eğitim modeli uygulamalıyız ki ne çok kuralcı ne de gevşek olsun.
Evladımıza ilk öğreteceğimiz, kanaatimce eğitimin birinci kuralı olması gereken şey çocuğa “ağlayarak bir şey elde edilemeyeceğinin” öğretilmesi olmalıdır. Çünkü diğer kuralların yerleştirilmesi ve hayata geçirilmesinde zaman zaman bu eğitimin birinci kuralını kullanmak zorunda kalabileceğiz. Çünkü çocuk istemediği bir şeyi yapması istendiğinde yada istediği bir şey yapılmayıp yada verilmeyince kendisinin en etkili silahı olan “ağlama” silahını çekecek ve istediği olana kadar susmayacaktır. Burada genç annelerden sık sık işittiğimiz “ama anneanne, babaanne ya da dedesi bize çocuğu ağlatmayın diyorlar” şeklindeki yakınmalardır. Anne burada tutarlı davranıp birkaç kez çocuğunun yersiz ağlamalarına kulaklarını tıkayabilirse, büyüklerimiz genç annelere bu konuda destek olurlar, çocuk her ağladığında onu korur-kollar pozisyonunda kucağına alıp avutma yoluna gitmezlerse evlatlarımız ağlayarak bir şey kazanılamayacağını birkaç tecrübede öğrenebileceklerdir. Çünkü istediği bir şey olmayınca ağlamanın fayda etmediğini yaşayarak öğrenecektir, başka yöntemler denemeye başlayacak ama en sonunda en doğruyu bulacaktır.
Yemeğini yemeyen bir çocuğa yemeğin sofrada yenildiği öğretilmeli sofradan kalktığında yemek verilmemeli, çoğu acemi annenin yaptığı gibi çocuk önde yemek tabağı ile anne arkada çocuğa yemek yedirilmeye çalışılmamalıdır. Çocuk yemeğini yerken “öğün anı oyun anına “ çevrilmemeli, yemek yesin diye şaklabanlıklar yapılmamalıdır. Ayrıca oyunlu oyuncaklı yemek seanslarına son verilmelidir. Yemeğini yemiyorsa ısrarcı olunmamalı ama “o yemeği yemedi , bu yemeği seviyor bari onu yesin” diye alternatif yemek çeşitleri getirilmemelidir. Aksi halde çocuk hep canının istediği, sevdiği yemekleri yemiş olacak dolayısı ile tek taraflı beslenme ve bunun getirdiği problemlerle karşılaşacaktır. Yemeğini yersen sana sunu alacağım bunu vereceğim şeklinde tavizler verilirse bu tutum çocuğun şımartılmasına neden olur. Hatta bazen anne babalar daha da ileri gider ve n’olur yemeğini ye diye yalvarma derecesine kadar işi ilerletiyorlar ki bu durumda anne baba otoritesi de oldukça yara almaktadır.
Birde bu ara öğünler var ki bebeklik çağında önemli olabilen bu öğünler ara öğün olmaktan çıkmakta; ana öğün haline gelmekte ve çocuğun açlığı sık sık bastırıldığı için çocuk sofrada yemek yememekte, aradaki abur cuburla karnını doyurmakta ve temel besin gereksinimi olan sofra yemeklerinden bir iki lokma alarak sofradan kalkmaktadır. Çünkü çocuk yaşayarak öğrenmiştir ki ne zaman anne karnım acıktı dese öğün vakti olup olmadığına bakılmaksızın anne tarafından kendisine açlığını bastıracak bir şeyler verilmekte; bu kez öğün vaktine kadar açlığı bastırıldığı için sofadan yine bir iki lokma alarak kalkmaktadır.
İştahsız çocuklarda sık yapılan yanlışlardan biri de sık sık ve azar azar yemek yedirilmesidir. Bu tür çocuklarda öğün sayısı azaltılmalı ve 1 yaşından sonra 3 öğüne inilmelidir.
Öğün süresi ne kadar olmalıdır, çocuk sofrada ne kadar oturmalıdır? İştahsız çocuklar genellikle sofrada yemekleriyle oynamayı ve öğün süresini uzatmayı sonunda da tabakta yemek bırakmayı severler. Çocuk 20 dakika geçtiği halde yemeğini yemiyor ve tabakla oynuyorsa yemek önünden alınmalı ama kanımca altın kural olan “ bir dahaki öğüne kadar” başka yemek verilmemelidir. Büyüklerimizden duymuşuzdur: Evladım, ısrar etme acıktığı zaman kendisi ister çocuğun yemeğini o zaman yedirirsin derler. Bu söz son derece doğru ama bir o kadar da eksiktir. Israr etme! : doğru, ama; acıktığı zaman ister o zaman verirsin bölümü yanlış, çünkü çocuk şu çok önemli kuralı yaşayarak öğrenmelidir. “acıktığın her zaman yemek yiyemezsin, yemeğini ancak sofrada yiyebilirsin’’.
Sofrada bir çocuğun yemeğini yemediğini varsayalım..Bu çocuğa sormuş olsak; evladım niye yemeğini yemiyorsun? diye: Verebileceği cevaplar aşağı yukarı belli ve en temel iki tanesi de şunlardır sanıyorum. Canım istemiyor veya daha acıkmadım, karnım tok. Bu durumda anne babanın verebileceği cevap da şöyle olmalıdır. Tamam çocuğum, şimdi yemiyorsan bir dahaki öğüne kadar başka bir şey yiyemezsin. Çocuk da tamam diyecek ama bir müddet sonra sızlanmaya, durmadan bir şeyler istemeye başlayacaktır. İşte bu durumda çocuk istiyor diye bir şeyler vermek çocuğu iştahsızlığa sürükleyecektir. Çocuğa yemeğin sadece sofrada yenilebileceği, sofradan kalktıktan sonra bir dahaki öğüne kadar yemek yenilemeyeceği anne baba tarafından hatırlatılmalıdır. Çocuk bu davranışa başlangıçta direnç gösterecek, belki ağlayıp sızlayacak ama sonunda öğün vakitlerinde yemeğini sofrada yemesini öğrenecektir.
Kronik iştahsız bir çocukta hekim tarafından muayene ile ortaya çıkarılabilecek vitamin-mineral ve besin eksikliklerine yönelik tedavi planlaması yanında hekim-aile işbirliği ile bu problemin hallinin kolay olduğu görülecektir.
Sağlıklı yarınlar dileğiyle…
Uzman Dr. REMZİ AKSOY